18 Haziran 2010 Cuma

"Her şeye rağmen şanslıyız..

Çok beğendiğim, okuduğumda bile orda olduğumu hissettiren bir yazı.. şiddetlee tavsiye edilir :)

Mevsimlerden bahardı, yaz kapıda. Sıcak-serin bir mayıs gecesi, İstanbul sokaklarında bilmemkaçıncı kez kaybolduğumda, karşıma çıkan salaş meyhanenin kapısında "Ahırkapı Balıkçısı" yazıyordu.

Dün gibi hatırlıyorum. Beş, bilemediniz altı masa vardı sokakta. Vakit geçti, biri boştu oturdum. Meyhanenin içine baktım. Dört beş masa daha. Lakerda, beyaz peynir ve bir iki mezenin sergilendiği dolap. Hepsi bu. Ha bir de yanda bir kapı. Orada bir usta, hem balık pişiriyor, hem meze hazırlıyor, hem bulaşık yıkıyor adamcağız.

"Ahırkapı Balıkçısı"nın sahibi, garsonu ve "halkla ilişkiler uzmanı" 60 yaşlarında biri. İlk bakışta "kimbilir kaç tanker rakı içmiştir bugüne kadar", ikinci bakışta da "kimbilir kaç tanker rakı içirtti bugüne kadar" diye düşündüren biri. Son derece nazik, son derece iyi niyetli. Roma takviminde içinde "R" harfi olmayan aylarda balık yenmez (mayıstan ağustos sonuna kadar) kuralının, küçük olta balıkları için geçerli olmadığına inandığımdan istavritte karar kıldım.

Muhteşem bir lakerda, beyaz peynir ve çoban salatayla donatılan masamda demlenmeye başladım. Tam yanımda bir çift oturmuş. Kadın sürekli işinden bahsediyor. Erkek tahammül ediyor. Aralarında pek de masum olmayan bakışlar gecikmiyor. Hangi renk gözden çıkarsa çıksın o kaçamak, o eşssiz bakışlar. Arka masada kalabalık bir grup. Yarısı yabancı. Herhalde muhhabet erken başlamış olsa gerek ki, İngilizce'nin yavaş yavaş eksildiğini algılıyor kulaklarım. Türkler aralarında şakalaşıyor. Kadın kahkahaları yükseliyor.

Önümdeki masada da orta yaşlarda üç erkek. Hoş sohbet, içiyorlar.

Karşımda bir bakkal dükkanı. Kimbilir kaç saat sokakta oynamaktan yorulmuş çocuklar meşrubatın tadını çıkarıyorlar gül.erek.

Gökyüzünde yıldız savaşı mı vardı ne? Meyhanedeki kasetçalardan Zeki Müren'in sesi geliyordu: İnleyen nağmeler, ruhumu sardı...

O ortamda tek başına oturan biri için cep telefonu vazgeçilmez bir icat. Ancak, dikkatli olmakta da yarar var. Çünkü, parmaklar bazen daha sonra pişman olabileceği bir numarayı çevirebiliyor. En iyisi, en sağlamı benden fazla İstanbul aşığı ablam Eli'yi aramaktı. Koskoca bir yıl içinde topladıklarını, her yıl eylül ayında 15 gün içinde İstanbul'da harcayan Eli'yi:

- Abla her şeyi bırakıp gel ya buraya.

- Afiyet olsun sana. Üç ay sonra oradayım.

Nar gibi kızarmış beş-altı istavritin olduğu tabak geldiğinde, keyfim hani derler ya çakırdı.

Önümdeki masada oturan üç erkek hesabı istediklerinde, meyhanenin sahibi-garsonu-halkla ilişkiler uzmanı şöyle bir baktı yenenlere içilenlere ve "100 lira yeter" dedi. Onca yıldır Atina'da yaşıyorum, onca yer gezdim böyle hesap işi görmedim. Çok hoşuma gitti.

Vakit geceyarısına yaklaşıyordu. Yan masadaki çift susmuş, sadece gözleriyle konuşuyordu. Yabancıların olduğu grup uykuya gitmişti. Bakkal kepenkleri indiriyordu. Gökyüzünde yıldızlar birbirlerine nispet yapıyordu.

- Hesabı rica edebilir miyim?

- 40 lira yeterli.

Taksiye binip bu güzelliğe son verecek kadar acımasız değilim. Sokaklara daldım yine. Önünde lüks arabaların beklediği bir başka balıkçı meyhanesinin (Giritli) önünden geçtim. Birkaç metre mesafe sadece ve iki ayrı dünya.

Türkiye'nin gündemini yakından takip etiğime inanıyorum. Evet, sorunlar çok. İnsanların çektiği sıkıntıları da biliyorum. İstanbul'dan ibaret olmadığının da bilincindeyim Türkiye'nin.

Ancak her şeye rağmen, insan ilişkilerinin dimdik ayakta durduğu, duyguların hálá çok değer taşıdığı, renk cümbüşü bir ülkede yaşadığınızdan, inanın çok ama çok şanslısınız.

Yorgo KIRBAKİ....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder